16 Ocak 2013 Çarşamba

KKTC: Parayı sen ver düdüğü ben çalarım

KKTC: Parayı sen ver düdüğü ben çalarım

Kıbrıslı Türkleri bozulan ekonomik durumdan da daha çok tedirgin eden şey, kendi vatanlarında azınlık haline gelmek, Türkiye’den gelen göçmenlerin içinde kaybolmaktır.

“Yok oluyoruz,” lafını bugünlerde birçok Kıbrıslı Türk’ten duyabilirsiniz.

Rumlar tarafından yutulmak üzere iken 1974’te Türkiye tarafından kurtarılan Kıbrıslı Türkler, şimdi kurtarıcı memleketinden gelenler tarafından yutulma tehlikesiyle karşı karşıya.

“Rumların şamar oğlanı olmaktan kurtulduk, Türkiye’nin şamar oğlanı olduk,” diye şikâyet etti bir arkadaşım. “Rumlar bizi küçük görüyordu. Şimdi Türkler görüyor.”

Nüfusun ne olduğu belli değil. Veya belki de gizli tutuluyor. Taş çatlasa 100-120 bin Kıbrıslı Türk var. Nüfus ise,
muhtemelen, 600 ile 700 bin arasında. Cep telefonu abonelerinin sayısı 450,000 civarında. İş adamı bir arkadaşım bazı devlet ihalelerinde alımların 700 bin olarak nüfus esasına göre yapıldığını söylüyor.

Bu her Kıbrıslı Türk’e karşı altı veya yedi “Türkiyeli” var demektir.

Olduysa ne olmuş, demeden önce düşünün. Türkiye’de hangi kent, kasaba nüfusunun altı-yedi misli göçmene kucak açar?

Ama KKTC’de demografik yapının bozulmasında bir kabahat varsa sadece Ankara’da değildir. Şikâyet konusu olan göçmenlere kapıları Kıbrıslıların kendi liderleri açtı. İlk gelişler savaştan hemen sonra, adadaki Türk varlığını büyütmek amacıyla Denktaş’ın kabulüyle oldu.

Denktaş’ın 1970’lerde, gittikçe artan göçmenlerden tedirgin olan bir Kıbrıslıya tepkisi “Türk olacaksınız,” oldu.
“Yeteri kadar olmadık mı efendim?”

“Daha da olacaksınız,” dedi Denktaş.

İkinci dalga 1980’lerde adaya kimlik kartıyla girişlerin serbest bırakılmasıyla başladı. Buna olur diyen de KKTC hükümetidir.


Göçmenlere ev, toprak dağıtıldı

İki binli yıllarda, Annan Planı’ndan sonra adada yaşanan dev inşaat patlamasıyla gelen işçilerden birçoğu da geri dönmedi.

Türkiyeliler ta başından beri Kıbrıslılar tarafından dışlandı. Sisteme uyum sağlamaları için ne Ankara, ne de Lefkoşa’dan hiçbir yardım görmedi.

Adaya yerleşen veya yerleşmeye çalışan Türkiyeliler homojen değil. 1974’te gelip KKTC vatandaşı olanlar ve onların adada doğan çocukları var. Oturma izniyle durumunu yasallaştıran işçiler var. Kaçak olarak adada yaşayanlar var.
Çoğunluk Laz ve Arap kökenli Hataylı.

Savaştan hemen sonra gelen göçmenlere ev ve toprak dağıtıldı. Arazi fiyatları birkaç defa katlandığı için mallarını ellerinde tutanlar zengin oldu. Daha sonra gelenlerin çoğu topraksız, evsiz tutunmaya çalışan işçiler. En zor durumda olan, en hor görülen de bunlar.


Türkiye’nin rolü ne?

Türkiye kökenlilerle Kıbrıslılar arasında karşılıklı sevgisizliğin artırdığı derin eğitim, kültür ve gelenek farkları var. Aynı okullarda karışık okuyan çocuklar Kıbrıslılaşmaya başladı, ama ikisinin karışımından yeni bir adalı oluşması zaman alacak.
İthal nüfusun baskısı altında bunalan ve azınlık haline gelen Kıbrıslılar infial halinde.
İki grup arasındaki tansiyon tehlikeli bir şekilde yükseliyor.

Ne yapmalı?
Tarihin akışı geri çevrilemez. Kıbrıslılar “Türkiyeliler”le birlikte yaşamayı öğrenmek ve onları adalı yapmak durumundadır.

Neredeyse silme Kıbrıslı olan siyasi partiler, bu alt sınıfa kapılarını açmalı ve onlara temsil yolunu açmalıdır. Devlet göçmen sorunlarıyla ilgili bir sosyal hizmetler dairesi kurmalı, yardıma ve desteğe ihtiyacı olan bu insanları anlayış ve sevgiyle kucaklamalıdır.

Türkiyeliler artık adanın sosyal ve ekonomik dokusunun bir parçası haline geldi. Zenginleşmiş Kıbrıslıların yapmak istemediği işlerin hepsini Türkiye’den gelenler yapıyor. Ücret karşılığı yapılan işlerde çalışanların çoğu, otellerde, casinolarda, benzincilerde, lokantalarda ve hastanelerde çalışanların hemen hemen hepsi TC kökenlidir. Bunlar giderse ekonomi durur. Ama artık gelişler kontrol altına alınmalı, nüfus yapısının daha fazla bozulması önlenmelidir. Oturma izni olmayanlar ada dışına çıkartılmalıdır.

Çözümü hiddet ve kabalıkta değil soğukkanlılıkta ve yumuşaklıkta arayalım.

Metin Münir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder